<body>

05 Mart 2014

Eşcinsel Erkekler İçin Prezervatif Reklamı

Herkese merhaba;
Öncelikle, sizlere saygılarımı sunuyorum. Aranıza yeni katıldım ve bu zamana kadar yazılan bütün fikirlerinizi okudum. Açıkçası bir çoğunda hayrete düştüm. Eksikliğini bile fark etmediğim şeylerin, çok değil 7-8 yıllık bir geçmişe sahip olmaları beni şaşırttı. Bazı fikirlerin bu blogtan esinlenilmiş olması da ayrıca ilgimi çekti. Digitürk şömine ateşi gibi... Şu anda hayatımızda yer etmiş (dijital çerçeve, spor salonlarında kullanılan yürüyen merdiven, yeraltı çöp depoları, kitaplara barkot sistemi v.b.) bir çok şeyin bir zamanlar eksikliğinin hissedildiğini görmek, çok kısa sürelerde hayatımızda meydana gelen değişiklikleri gözlemlememe yardımcı oldu. Sadece bir on yıl içerisinde gerçekleşen bu değişimleri bu blogu okuyarak öğrenmek, şu anda arzuladığım şeylerden; görsel düşüncelerimizi bilgisayara aktaran bir sistemin ya da beni Antik Yunan'a götürüp, o yıllarda kentlerin taş sokaklarında dolaşmamı sağlayabilecek bir zaman makinesinin, önümüzdeki on yıl içerisinde gerçekleşebilme düşüncesi, beni ayrıca heyecanlandırdı. İşte tüm bu düşüncelerden ve duygulardan dolayı sizlere bir kez daha saygılarımı sunuyorum.

Ben Reklamcılık bölümü uzatmalı son sınıf öğrencisiyim. Erasmus programı kültürel ve sosyal olarak çok güzel ama okulu uzatmama neden olması benim için en kötü yanlarından biri oldu. Şu sıralarda oldukça boş zamanım olduğu için; kendimi yazmaya daha çok odakladım. Uzun zamandır gerçekleşmesini istediğim bir reklam fikrim var. Sizlerin görüşlerini almak istiyorum.

Eşcinsel erkekler için prezervatif reklamı düşünüyorum. Senaryom şu şekilde;

Beyaz bir duvarın önünde, beyaz bir yatak görüntüsüyle başlıyor. Sakin, telaşsız, romantik bir müzik ile sabit çekim sadece yatağı görüyoruz.
Sol taraftan bir erkek kolu girip, ceketini yatağa bırakıyor, elini geri çekiyor.
Ardından sağ taraftan başka bir erkek kolu girip,bir pantolonu ceketin üzerine bırakıyor.
Sol taraftaki erkek bu sefer gömlek bırakıyor ve çekiliyor.
İkinci kez sağ taraftaki erkeğin kolu girdiğinde, bu sefer bir boxerı giysilerin üzerine bıraktıktan sonra, elini çekmiyor.
Aşağıya bakan elini, yukarı çevirip, parmaklarıyla gel dercesine parmaklarını oynatıyor. Diğer taraftaki erkek de boxerını bıraktıktan sonra elleri birbirine kavuşuyor.
Kamera ellerden aşağıya doğru kayıyor ve çamaşırların üzerine, ürünümüz (X markasının Gökkuşağı modeli olabilir.) düşüyor. Ekran flulaşıyor, ürünün sloganı ve ürün giriyor. Sloganı "renkli geceler" olarak düşündüm, ardından da reklam bitiyor.

Erkekleri kesinlikle görmüyoruz. Erkeklerin görünüşlerini sadece bırakılan giysilerden çıkarmaya çalışıyoruz. Giysiler belli bir iş grubunu ya da bir fanteziyi çağrıştıracak şekilde değil de, şık bir ceket, ona uyumlu bir gömlek ve son moda bir kot olarak kullanılıyor.

Ürünün bir çok heteroseksüel erkekler tarafından satın alınmayacağının farkındayım. Sigara alırken bile, "iktidarsızlığa neden olur" diyen paketi almak yerine, "sigara akciğer kanseri yapar" yazanın tercih edildiğini düşünürsek, böyle bir ürün için nasıl yorumlar yapılır tahmin edebiliyorum ve yine bazı eşcinsel erkeklerin, kimliklerini gizlemek adına bu ürünü tercih etmeyeceklerini de öngörüyorum. Yine de eşcinsellere değer ve önem veren bir markanın Türkiye'de olduğunu görmek isterim.

Acaba ürünün hedef kitlesi ne düşünür diye; bir dergide moda editörü olan eşcinsel bir tanıdığıma bunu danıştım. Açıkçası çok beğendiğini, onu rencide eden bir şey olmadığını, bir an önce izlemek istediğini söyledi.

Sizlere soruyorum; sizce Türkiye'de böyle bir reklam televizyon için olmasa bile, sosyal medyada yayınlanmak üzere çekilebilir mi? Ya da genel olarak neler düşündünüz?

Not: Diğer fikirlerimi anlatırken, daha kısa ve öz tutmaya çalışacağım, uzun oldu farkındayım. Sizlerle tanışma yazım olarak mazur görün. Sevgilerimle.



22 Şubat 2014

Teşekkürler

Herkese tekrardan hoş geldiniz diyor ve sevgilerimi sunuyorum. Blog yazan elleriniz dert görmesin :)

21 Şubat 2014

Reklamitos ya da evrenin paralel tarihi...




Reklamitos…Ya da paralel tarih !

Herkes tarihin peşindedir. Tarih öyle bir hazinedir ki gerçeğini bilen kadar yalanını uyduran da ondan geçinir; hava atar, hele etrafı İlber Ortaylı'nın fanları olan cahillerle çevrili ise öylesine transa girer ki sonunda Nobel’ in icadı  dinamit hızında ve şiddetinde patlar. Nobel ise bu korkunç patlayıcıyı keşfetmenin vicdan azabı ile Nobel ödüllerini kurar; İsveç dünyanın her yanına silah satarken, senede bazı günler aziz Nobel Rahipleri Barış ödülü bile dağıtarak kalabalıkları tavlar.
Tarihle uğraşan insanın zamanla yüzüne bir bilgelik oturur, anlattığı kahramanların hikayesi giderek kendi gerçekliğinden çıkar, onun hayal dünyasını doldurur.
Eğer kahramanımız çok da ileri giderse bir akıl hastanesinin Sezarlar ya da Napolyonlar bölümünde ordugahını kurar; her hastabakıcıyı Brütüs ya da Jozefin sanarak  ve harmaniye olarak kabul ettiği çarşafına sarılarak  yaşamını sürdürür. Yine de isteği olmuştur; sadece tıp tarihine geçse bile ucundan kıyısından tarihe bulaşmıştır; bir anlamda kendini de aşmıştır. Yüzündeki güleç ifade ise zafer kazanan komutanların mütevazı gülümsemesidir.
Ne yazık ki bazen tam tersi olur; bu akıl hastaları herkesi kandırır; Hitler olur; Mussolini olur; aklınıza ne gelirse o olur; o zaman da yaşadığı ülke zıvanadan çıkar; tımarhane olur. BKZ…
Hastalığını doktorları anlar, hastabakıcıları anlar o anlamaz; barsaklarından rahatsızsın derler ama kafa dumurunu söylemeye kimsenin ağzı varmaz.. Çünkü tarihtir aslında insana oyun eden, kandıran en büyük madrabaz…
“Yemeyeceği varlığı öldüren tek canlıdır insan.
Sadece gözleri “deli gözbebekleri”dir. Bu yıllar sonra Nazım’ ın dikkatini çekecektir.
Peki, bu tarih acaba sadece kendini anlattığı oranda mı doğrudur? Tarihe paralel bir başka tarih yok mudur? Hemen yanıtlayalım; vardır. Bu tarih yeni gibi görünen, geçmişi kısa sanılan reklamın tarihidir. Dünyanın en eski mesleği hayat kadınlığı sanılsa da reklamcılık ona fark atar; reklamın hikayesi ateşin bulunduğu ilk çağlara kadar sarkar.
Gelin sözü uzatmadan tarihin ilk reklam örneklerine gidelim; ateş denen büyük icadın tanıtım reklamlarını irdeleyelim:

Mağrajans’dan ilk ateş reklamı

--Dolaşma; tehlikelidir orman yolları
İşte sana ilk sürtüşte ateş çıkaran meşe dalları!

Dinazor ajans hemen rakip ürünün reklamını yayınlar:
En iyi tutuşan daldır çınar dalı
Sıcacık geçsin şu zalim buz çağı

Ne kadar masum değil mi insanlığın ilk çağları. Ateşi sadece ısınmak için kullanıyorlar. Henüz silahtan haberleri bile yok. Silah dedikleri uyduruk baltalar ise sadece dinazor avlıyor; insan insana henüz saldırmıyor. İşte ilk balta reklamları:

Karnın aç; yaramıyor sopalar hiçbir halta
İşte avlanmak için süper güçte süper balta!

Zamanla baltalar çeşitlendi. Ayrıca oklar da devreye girdi. Ok sayesinde aç insanın karnı doydu, gözü açıldı. Başka doyumların peşine düştü. O çağlardan kalan bir ok reklamı:

Hedefine odaklan; düşünme at okunu
Ama insana atma; çıkarma işin mokunu…

Hala masum insan. Ama çoğalıyorlar. Eskiden bir dinazoru bir mağara halkı üç günde yerse şimdi çevre mağaralar da aynı dinazorun peşinde. İnsanın diyesi gelmiyor mu? ‘İlk insan daha o günden olsaydı keşke vegan…Kurtulsaydı milyarlarca masum hayvan”
Ama insan vegan olamıyor. Bütün hayvanları yiyor; bilinç altı bir dürtüyle insanı da yemek için saldırıyor, neyse ki sadece öldürüyor. Hayvanlar aleminin bilgesi baykuş der ki:

Ama tarih onu da yanılttı sonunda. Cani el kaide insan ciğerini çıkarıp yedi. Sonra da (” nereden geldiği belli, yollayanın kırılsın beli”) havaya ateş ederek kanlı ağzını kutsadı. Onu canavarlığına ön ayak olanlar ise tarihin en karanlık sayfalarına gömüldü; üzerlerine asit döküldü; insanlık belleğinden silinmesi için ilaç sanayinden müjdeler beklendi. kü insanlık belleği aslında biraz kösele. Taklit Hitlerler her çağın her aşamasında metastaz yapabiliyor; yeni bir evrimden başka bir çare de şimdilik görünmüyor.
Çağ atlamayalım; kaldığımız yerden devam edelim:
Ok atmakta ustalaşan insan bu icadı bir adım ileri götürdü. “Zehirli ok. “ Okun ucuna sürülen zehir anında öldürüyor, avını beklemeden yakalayıp yiyorsun. Tabi ki o devrin büyücüleri etkili zehir arayışına girdiler. Her bir büyücünün mağarası önünde bir başka afiş vardı artık:
“Var mı eşi benzeri baldıranın
Galip gelir, karnı doyar baldıranla saldıranın

Okunu zakkumlayan; avını  hemen zıkkımlanır
Taklitlerinden sakınınız.

İnsanoğlu zehri bulunca rahat durmadı artık. O baldıran var ya o baldıran; Sokrat’ı bile öptü dudağından.
Sokrates’e masum ölüyorsun dediler. O da dedi ki “Suçlu ölseydim daha mı iyi olacaktı”
O devrin filozofları bile bir başkaydı. Örneğin Sokrat hiçbir eserini yazmamış. Yanında gezen Platon sonradan onun söylediklerini kaleme almış. Kitap çok satmış. Reklamı bile laf olsun diye verilmiş. İşte Sokrat öğretilerinin ilk reklamı:

İster zengin ol, ister fakir; ister proletarya ister aristokrat
Bak ne diyor Platon la konuşan bilge Sokrat…


devamı var...



19 Şubat 2014

Evet, yazarlardan kim var kim yok?

Sevgili Arkadaşlar...

Yıllardan sonra burayı yeniden canlandırmaya karar verdik.

Sağda yazar olarak görünenlerden hangilerimizin hâlâ var olduğunu, kimin olmadığını görmemiz gerek.

Lütfen, hâlâ ilgileniyorsanız

                            fikirler.projeler[a]gmail.com 

adresine 'varım' diyen bir e-posta yollar mısınız?

28 Şubat 2014 günü sonuna kadar yazmayan arkadaşlarımızı sileceğiz.
(Sonradan görür ve yazarlarsa, tekrar ekleriz: Başımızın üstünde yerleri var.)

Sevgiler, selamlar

Haluk Mesci
(Tüm admin'lerin sözcüsü olarak)

20 Mayıs 2008

sil baştan

aranızda "eternal sunshine of the spotless mind" filmini izleyenleriniz vardır. türkçeye sil baştan olarak çevrilmişti ve değerinden çok zaman sonra vizyona girmişti. neyse o filmde eski ve artık hatırlamak istemediğiniz anıları silen bir bilimden bahsediyor. eski iki sevgili aynı yöntemle anlarını sildirir ama yine bir şekilde karşılaşır ve birbirlerine aşık olurlar. neyse ben de diyorum ki bu teknoloji artık mümkün olsa. istemediğimiz anılarımız sildirebilsek, pişmanlıklarımız olmasa. belki herkes kendiyle daha barışık daha mutlu bi hayat yaşar..

acaba hipnozla böyle bişey mümkün mü?? bu öneri sanırım bu bloga çok uygun olmadı ama..

neyse artık

02 Mayıs 2008

ders şarkıları

müzik dinlemeden hiç bşey yapamam. üniversite
sınavına bile müzikle hazırlandım. kendimden de biliyorum ki
bir şarkıyı ezberlemek tarih dersinden bir paragrafı ezberlemekten daha kolay.

bu bakımdan neden dersler, ezberlemeler, can sıkıcı gelen
paragraflar müzikle anlatılmasın.. böylece daha kolay
akılda kalsın?

insan karavanı

koşturmaca hiç bitmiyor. hem de yüklerle.
bi taksiye biniyorum inene kadar elimdeki 5 poşetle
telefonla vs acı çekiyorum.. debeleniyorum resmen.
bi tane sırt çantam var ilk oluk çantaları gibi ama artık
hem o yetmiyor hem omuzlarım.

acaba diyorum arabalarda karavan varya onun gibi
bi düzenek yapsak, belimizden bağlasak, yürüsek biz
o arkada takılsa öyle?

ya da heryere motorla mı gidip gelmeli artık?

20 Ocak 2007

Blogger Beta

Kendi bloglarımı Blogger Beta'ya geçirirken Fikir Platformu'nu da geçirmiş bulundum. Listede olmayanları listeye koymak için uğraştım ama beceremedim. Sanırım listede olmayanların Google hesaplarıyla giriş yapmaları gerekecek. Hala sorun yaşayanlar lütfen bana mail atsın.

09 Ekim 2006

Güç adaptörü hamallığı

Dizüstü bilgisayarınızın güç adaptörünü hamal gibi yanınızda taşımaktan yorulmadınız mı ?

Birileri çıkıp, binaların standart elektrik donanımına dahil bir sistem geliştirse, sadece kabloyla normal prize ulaşıp dizüstünü çalıştırabilsek.

Bunlardan anlayan bir iki kişi bunun son derece kolay bir şey olduğunu söyledi üstelik.

03 Ekim 2006

Yeni Yapı Kredi Logosu


Yeni Yapı Kredi logosunu gören olmuştur mutlaka. Merak ettiğim, Koç Holding'in herşeyin altına küçük ama okunabilir bir şekilde Koç logosunu basması gibi bir huyu varken, neden kaç yıllık Yapı Kredi bankasının logosunu değiştirdiği.
Malesef bu yeni logo, benim gözümde o eski Yapı Kredi'nin ağır imajını oldukça hafif bir görüntüye bıraktı. Şu anki gri fon üzeri, gri logo ve mavi Yapı Kredi yazısını görünce aklıma yine Koç firmaları olan Maret ve Aygaz geliyor. Düşündüğüm şu ki, Koç neden böyle bir iş yaptı? Markalarında bir bütünlük ve "Koç" kavramının daha öne çıkması mı? O zaman neden kırmızı koç logosu yerine gümüş kullanıldı. Peki böyle birşey yoksa neden Yapı Kredi'nin klasik logosu değiştirildi ve illa ki değiştirilecekse neden daha zevksiz bir değişiklik yapıldı?
Diyeceğim şu ki, Yapı Kredi logosu eskisi gibi bırakılıp reklamın alt tarafına yine bir Koç logosu eklenemez mi? Veya illa değiştirilecekse, Yapı Kredi'nin klasik logosu baz alınarak 21. yüzyıla yakışan modern bir logo düşünülemez miydi? Koç logosu orjinal bir fikir değil, lacivert ve gümüş renk bir bankadan öte tüpçü veya beyaz eşyacıya yakışıyor, illa da bir banka bu renkleri kullanıyorsa, aklıma Yapı Kredi değil de daha yeni bir banka geliyor. Tamam, bankanın imajını yenilemek iyi ama bence Yapı Kredi gibi eski ve köklü bir bankanın da biraz klasiklik kullanması güzel olurdu.

28 Eylül 2006


Melih Bey'in fikrine karşılık aklıma şöyle bir iş geldi.
Yandaki reklamlar, Avrupa'nın önde gelen ciddi gazete ve haber dergilerinde kullanılabilir. Hedef kitle olarak da Türkiye'nin fesli kavuklu insanlardan oluştuğu kanısında olan, Türk insanı konusunda az bilgili veya ön yargılı Avrupa'lı vatandaşlar belirlenebilir. Reklamın ilk sayfası olan siyah arka planlı ilan, hedef kitleyi kafalarında bellenmiş tipik Türk imajını yeniden çizmeye itebilir ve sayfayı çevirdiklerinde, beyaz arka planlı Sertab Erener'li resmi görüp aslında Türkiye'nin düşündüklerinden ne kadar farklı olabileceğinin altı çizilebilir. Reklamın sonuna da onların daha fazla önyargıyla davranmak yerine her şeyi yerinde görebilecekleri davetkar bir slogan konulabilir. Bu reklamda Sertab Erener kullanıldı, diğer reklamlarda Yaşar Kemal gibi veya futbolcularımız gibi Türkiye'yi dışarda tanıtan insanlar veya en basidinden konsere gidip eğlenen iki genç kız görüntüsü veya sokakta gitar çalan bir delikanlı görüntüsü kullanılabilir.
Bu reklamda amaç, Türkiye'nin turistik güzellikler açısından değil de insani özellikler açısından bir reklamını yapmak olur bence. Çünkü bizi yurtdışında halen daha geri kalmış bir tutucu İslam ülkesi olarak tanıyan, Türk kızlarına ve Türk erkeklerine feslerini, türbanlarını soranlar çok var. Reklamın bu yüzden üslubu biraz daha sert, yani bugüne kadar düşündüğünüz yanlış ve önyargı içeriyor, aslında her Türk böyle değildir fikrini işliyor. Belki de hedef kitleyi biraz utandırıp üstüne Türkiye'ye çağırıp gelin görün mesajı vermek. "Turkey is not what you think of" kampanyası dahilinde başka aktiviteler de yapılabilir, örneğin "Geçmişten günümüze Türk insanı" konulu bir fotoğraf sergisi açılabilir ve Cumhuriyet dönemi'nin modern Türk insanı portreleri bu sergide yer alabilir. Lobi aktiviteleri de aynı şekilde geçerli olabilir.
Ne dersiniz?

27 Eylül 2006

RSS bilgisi

İlgilenenler için Kimsenin Ismarlamadığı Projeler'in RSS bilgisi :

http://feeds.feedburner.com/fikirplatformu

26 Eylül 2006

Anti-spam bir fikir

İstemediğimiz e-postalar var ya, onları önlemek için şöyle bir program var mı acaba :

Bana e-posta atmak için, adresimi bilmeniz yetmeyecek, bir de benim size verdiğim şifreyi bilmeniz gerekecek !

Nasıl ama ??

23 Eylül 2006

Kimsenin Yazmadığı Bloglar...

Yolun başında muhtemelen benim davetime hayır diyemedikleri için aramıza katılan ama sonra hiç yazmayan arkadaşları yandaki listeden çıkaracağız artık. Kusura bakmasınlar. Yazmaya karar verirlerse, tekrar eklemek kolay.

22 Eylül 2006

Türkçe harflerle yazılı tam adınız, soyadınız.

Bu blogda yazı yazanların, Display Name olarak Türkçe harflerle yazılmış tam adlarını soyadlarını kullanmalarını istiyoruz ve bunu da taaa başlıkta yazdık !

Ama diğer admin arkadaşın davetiyle katılan

- müsemma
- ssbb
- bahadır

bu kuralı pek takmamışlar. Kendilerinden bu düzeltmeleri acilen yapmalarını rica ediyorum.

Ayrıca, adların soyadlarının da yazım kurallarına göre Büyük harf-küçük harf ile yazılmasını da herkesten rica ediyoruz.

Düzeltmelerin makul sürelerde yapılmasına lütfen uyun.

Haluk Mesci

09 Eylül 2006

Efes Tarih Üniversitesi

Selçuk-Efes yakınlarında açılabilir böyle bir üniversite ve aynı İstanbul Teknik Üniversitesi gibi belli konularda(sosyal bilimler) eğitim verebilir. Özellikle tarih alanında eğer iyi bir kadroya sahip olabilirse London School of Economics gibi kendi alanında bir dünya markası olabilir.Acaba olamaz mı?

01 Eylül 2006

Hababam Sınıfı araştırması procesi...

Efemm, benim bir teorim var.

Diyorum ki, televizyonlarımız nesillerdir ısıtıp ısıtıp aynı tapon hababam sınıfı filmlerini gösterip duruyor. Çocuklar da, oradaki zırtapos öğrencileri (!) kendilerine örnek alıyor. Böyle olunca, kimse okumuyor, çalışmıyor, sınıf geçmiyor, gırgırdan şamatadan kendimi alıp adam olayım demiyor.

Biri sosyal araştırmacı çıksa, Hababam Sınıfı filmlerinin başarısız ögrencilerdeki etkisini araştırsa.

Sonuçlar sandığım gibi çıkarsa, bu filmler allah aşkı için yayından kaldırılsa.

Belki de eğitim kalitemiz yükselir. En azından öğrenci kalitesi bu kadar kolay bozulmaz. Ya da onları bozan şeylerden biri olsun eksilir.

Yaa, işte böyle...

Kimse ısmarlamayınca, ya da kimse gelip aslanlar ne güzel projeler bunlar böyle deyip takdir etmeyince, bir süre sonra insanın gazı kaçıyor ! Yazılmaz oluyor. Fikirler tıkanıyor belki hatta...

Sakın susmayın. Yazın. Yaz kış demeden yazın. Fikirler tıkanmaz. Projeler tükenmez.

23 Ağustos 2006

Neden rakı kapaklarından bedava çıkmıyor?



Özellikle yeni markaların kapaklarından bedava çıksa iyi olabilir.

Promosyon olarak boş CD


Üzerinde firmanın adı ya da logosu basılı boş CD promosyon malzemesi olarak kullanılabilir

22 Ağustos 2006

CafeMetre!

Şöyle...
Bir çok kafede yaşanmakta olan, hepimizin bildiği bir durum var.
Bir çay ya da bir kahve ile 4-5 sat oturuluyor. İşletme açısından bakarsanız fena bir durum!
Neyse.
Cafemetre, her masada bir tane olmak üzere yerleştirilen bir nevi taksimetre,
tek farkı her 100 metrede atmak yerine, bir şey içmeden oturulan her on dakikada atıyor artıyor!
Az bir rakam, kimseyi korkutmaz. (yoksa korkutsa mı?) Korkutmaz ki zaten caydırmak içmeye teşvik etmek değil amaç,
birazcık dedikodu ile ünlü olmak! İnsanlar bu uygulamayı arkadaşlarına anlatsın, merak eden gelsin :)

Az daha detay isterseniz şöyle, kafedesiniz, iki çay içtiniz, ama çok paranız yok. Oturmaya devam ediyorsunuz.
Ama işte yok öyle yağmaa.. Garson beyefendi evladım geliyor ve çalıştırıyor cafemetreyi. Siz yeni bir sipariş verdiğinizde de kapanıyor cafemetre. Hem içtiklerinizi ödüyorsunuz hem de cafemetrede yazan tutarı.

(Neden olmasın yani?) :)

03 Ağustos 2006

Pedallı PC



Bilgisayar başından ayrılamayan, yemeklerini dahi klavyeyle paylaşanlar için hareketsizliğin getireceği hastalıklardan korunmak için bir proje:
Bigisayar masasının altında reostaya bağlı bir pedal düzeneği var. Pedalı çevirmesen de bilgisayar çalışıyor ama yavaş çalışıyor. Çevirmeye başlayınca , ne kadar hızlı çevirirsen işlemcinin hızı daha önce bilgisayara yüklenmiş ve bilgisayarın hızını kısıtlayan bir yazılımı etkiliyor ve işlemci hızlanıyor, ya da REM artıyor. Yazılım kaldırılamayan cinsten de olabilir.

Çakmaklı cep telefonu


Arabadan inerken , bara giderken çantası olmayan sigara tiryakileri genelde üç parça eşya taşıyorlar:
Cep telefonu, sigara, çakmak.
Cep telefonunun bir köşesinden sigara yakılabilse, taşınanların sayısı % 35 azalır.
(Fotoğraftaki sadece çakmak)

Soğuk su duşu


İzmir'de bugünlerde soğuk duş almak imkansız!
Duş için su ısıtıcısı var, ama su soğutucusu yok.
Oysa ki limonata soğutucuları gibi boruların içinden geçen suyu soğutan bir düzenek olsa ...

Tabelacılara yazım kılavuzu


Tabelacılara dağıtılmak üzere yazım kılavuzları bastırılsa ve ücretsiz dağıtılsa pek masraflı birşey olacağını sanmıyorum.
Kendi meslek odaları ya da Dil Derneği gibi bir STÖ bunu gerçekleştirebilir.
Eminim ki onlar da egzoz (evet doğrusu egzoz), ya da sandviç yazarken keşke başvurabileceğimiz bir kaynak olsa diyorlardır.

05 Temmuz 2006

Konuşan Kapı

Evimizin kapısını konuşan bir kapı olarak düşünelim.Birisi geldiği zaman biz evde yokken sorsa kim o ? diye ve kimin geldiğini kendi bilgisayarına kaydetse. Hatta ve hatta neden gelindiğine dair ufak notlar alsa.Örnek olarak aidatı almaya.Güzel bir sistem olurdu sanırım.

28 Haziran 2006

Kimsenin ısmarlamadığı projeler hard copy :)

Keşke buraya daha sık yazmaya başlasak, sonra da yazılanları kitap haline getirip satsak, hem daha geniş kitlelere ulaşsak insanlara yardımımız olsa, hem de bu blogu daha popüler hale getirmiş olsak da daha fazla katılımla daha da parlak fikirler ortaya koysak. Hatta kitabın gelirini parlak fikirlerine sponsor arayanlara venture capital tadında versek, ömür boyu dua alsak :) Sadece fikir yazmaklada kalmasak, değerli yorumlarımızla arkadaşlarımızın fikirlerini geliştirsek, her projenin altında onlarca yorum görsek vs...
"Küçük bir fikrin arkasındaki aktivite, bir dahinin uygulanmayan planından daha üretkendir." James A. Worsham

27 Haziran 2006

Değişken fiyat uygulamalı OGS

Keşke köprü geçişlerinde havayollarında olduğu gibi değişken fiyat tarifesi uygulansa da hayatımızın %20 si trafikte geçmese. Mesela, köprü trafiğinin yoğunluğu sersörlerle (dakikada geçen araç sayısı olarak) ölçülse ve yoğun saatlerde geçiş pahalı, az olduğu saatlerde ucuz olsa.
Bir "invisible hand" etkisi misali hersey sonunda equlibrium'da buluşsa.
Mesela saat 18-20 arası geçiş 7 YTL olsa fakat 20 den sonra 1 YTL'ye düşse. Her şey daha güzel olmaz mı? :)
NOT: her allahın günü ogs gişelerinde 2 km sıra olurken hala inatla 4 tane bomboş KGS gişesinden birini daha OGS yapmayan statüko'cu zihniyetten böyle bir haraket beklemek ne kadar doğru olur bilemem tabi.

26 Haziran 2006

Altın günü online

Eskiden kadınların altın günleri olurmuş. 15 günde bir içlerinden birinin evinde buluşulur, herkes evinde buluştukları insana bir altın verirmiş. Geleneğin amacı, insanların eline toplu para geçmesi ve sohbet ortamının yaratılması imiş. Teknolojinin, insaları fiziksel olarak uzaklaştırdığı çağımızda neden bu altın günlerini sanal ortama taşınmıyor ki? Düşünsenize, mesela öyle bir grup düşünün ki 12 katılımcıdan oluşuyor, her birinden her ay 100 YTL çekilmek üzere 1.200 YTL her katılımcıdan önden çekilip 12 aylık taksitli satış gibi her ay extrelerine yansıtılıyor. Böylece ilk para ödenen kimse ilk ay 100 YTL vererek 1200 YTL nakit para eline geçiriyor. En son ödenen kimse ise belki biriktiremeyeceği bir tutarı yıl sonunda alıyor. Bu sistemi online ortama taşıyan biri faizlerin tekrar yükseldiği günlerde kar edebilir veya kazandığı parayı TEMA, Engelliler Vakfı vs. tarzında bir vakıfa bağışlayıp sosyal sorumluluk bilincinin doruklarına çıkabilir. bu arada insanlar sitenin forum kısmında sohbet edebilir, maddi güçlerine göre gruplar kurabilirler. İşte tasarruf, işte sohbet. :)

06 Haziran 2006

Kültür Evleri

Bu gün kitap okumaya heveslendiğim sırada aklıma gelen bu fikri paylaşmak istedim sizlerle. Yasal zorunluluk getirilerek her semte daha sonra her mahalleye daha sonra da her 3 apartmanın kullanımına bir kültür evi açılsa..Belediyeler bu yerlerin kiralarını kendileri karşılasa ve bu yerlerin içerisine kütüphaneler oluşturulsa. Bu evlere birer küçük cafe de açılsa böylece işsiz insanlara iş olanağı da yaratılmış olsa. Bu açılacak evlerde iç eğitimler verilse. Mesela o civarda oturan bir jinekolog var ve bu doktor kadınları bilinçlendirmek adına küçük toplantılar düzenlese ya da iyi yemek yapan bir ev hanımı yemek yapmak konusunda yardımcı olsa.Yani konu sınırlaması olmadan tamamen fayda edinme ilkesiyle insanları birbirleriyle buluştursa.
Fakat bu satırları yazarken kendi tezimi çürüttüm.Canım ülkemizdeki saygı değer(!) insanlar çeşitli abidik gubidik isimlerle dernekler açarak kumar oynatıyorlar.(Örn:Angora Tavşanı Seven Taksi Şoförleri Derneği)Bu bahsettiğim Kültür Evleri de acaba böyle bir olaya ev sahipliği yapmak zorunda bırakılırlar mı diye düşünmeden edemedim.Fakat bu tarz evlere ihtiyacımız olduğu kesin diye düşünüyorum.

02 Haziran 2006

Storekran


Bu, kapaksız cep telefonları için. Kapaklılara da talep doğrultusunda yapılabilir.
Genelde telefonlarımızı cebimize, çantamıza, arabamızın bir kenarına ya da bilumum bir yerlere koyarız. Bazen yere düşürürüz, bazen cepten çıkarırken, cepte bulunan bozuk para ya da anahtar cep telefonumuzun ekranını çizer, yanlışlıkla ters koyarız bir yere, üzerine bir şey dökülür vs.

Transparan özelliğe sahip bu storun özelliği şu: Telefonunuz çaldığında, isterseniz otomatik olarak açılıyor, isterseniz siz açabiliyorsunuz. Ekranın çizilmesini ya da tozlanmasını önlemek için kullandığınız cep telefonu kaplarına ihtiyaç duymuyorsunuz böylelikle. Basit bir mekanizmaya sahip olduğu için, açma kapamada herhangi bir sorun yaşamadan, yaklaşık bir saniyeden az bir zamanla ekranınız açılabiliyor.
Transparan stor telefonunuza farklı bir hava katıyor. Tasarımı güçlendirdiği gibi, hiç bir şekilde çizilmiyor. Korkusuzca, cebinizden çıkarıp rahat rahat konuşabilirsiniz artık.
(Bu storun diğer bir özelliği ise, bu şekilde üretilmeyen telefonlara da takılabilmesi. Yanlara takılan minik mıknatıs özelliğine sahip düzenek sayesinde, orijinalinden bir farkı olmaksızın telefona rahat bir şekilde uygulanabiliyor.)
(Ayrıca bunu bilgisayar monitörlerinde de uygulamak lazım. Özellikle Apple'ın LCD monitörleri çok hassas oldukları için, böyle bir düzenek yararlı olabilir. Toz ve çizikler bu monitörlerin baş belasıdır çünkü.)

31 Mayıs 2006

Usûl hakkında

Bloga yeni katılan arkadaşlara :

Lütfen daha önce yazılmışlara bakın !

1) Blogumuz sadece reklam fikirlerine ayrılmış değildir. Her alanda 'fikir' yazıyoruz.
2) Dilinize çok dikkat ediniz : Argo, küfür, laubali bir yazı tarzı; polemik, bozuk Türkçe ve yazım kabul edilebilir şeyler değildir.

Anlayış ve katkılarınız için teşekkürler.

24 Mayıs 2006

Sekreter Klavye

Merhaba,
Birazdan yazacağım fikir belki hayata geçti belki de geçmek üzere.Şimdi şöyle bir şey olsa; biz konuşsak klavyede bir yere basarak ve o ,ekrana yazı olarak taşısa söylediğimiz kelimeleri.Hem zaman kaybı önlenmiş olur hem de teknoloji çığır açmış olur.Umarım en kısa zamanda gerçekleşir.Maddi, manevi her desteği vermeye hazırım.:)

21 Mayıs 2006

Kendini temizleyen blog

Yana yakıla girdikleri blog'lara hiç ama hiç yazmayan ve yazmayacak üyeleri (!) belli aralıklarla temizleyen bir özellik eklense blog'lara...

Ya da kestirmeden gideyim : Bugüne kadar hiç yazı yazmamış arkadaşları, en geç iki hafta içinde listeden sileceğim.

Bilgilerine.


Haluk Mesci

12 Mayıs 2006

Var mı acaba ??

Diyelim ki, bir Istanbul manzarası desktop resminiz var. İlerleyen saatle birlikte, resim de değişiyor : Akşam olunca güneş batıyor, ay çıkıyor vs vs.

Var mı acaba ?

06 Mayıs 2006

Otobüs Durağına Güneş Enerjisi

Merhaba,
Benim otobüs durakları ile ne alıp veremediğim var çözemedim ama gene onlarla ilgili bir fikir daha ortaya çıktı.



Bu tarz üstünü kapatan herhangi bir şey olmayan sadece korumalıkla geniş alanlarda duran durakların üzerine güneş enerjisi sistemi kurularak fazladan elektrik ya da herhangi başka bir kaynak üretimi sağlanabilir diye düşünüyorum.
Söz veriyorum başka otobüs duraklarıyla ilgili proje yok. :)