Reklamitos…Ya da
paralel tarih !
Herkes tarihin peşindedir. Tarih öyle bir
hazinedir ki gerçeğini bilen kadar yalanını uyduran da ondan geçinir; hava
atar, hele etrafı İlber Ortaylı'nın fanları olan cahillerle çevrili ise
öylesine transa girer ki sonunda Nobel’ in icadı dinamit hızında ve şiddetinde patlar. Nobel
ise bu korkunç patlayıcıyı keşfetmenin vicdan azabı ile Nobel ödüllerini kurar;
İsveç dünyanın her yanına silah satarken, senede bazı günler aziz Nobel
Rahipleri Barış ödülü bile dağıtarak kalabalıkları tavlar.
Tarihle uğraşan insanın zamanla yüzüne bir
bilgelik oturur, anlattığı kahramanların hikayesi giderek kendi gerçekliğinden
çıkar, onun hayal dünyasını doldurur.
Eğer kahramanımız çok da ileri giderse bir akıl hastanesinin Sezarlar ya da
Napolyonlar bölümünde ordugahını kurar; her hastabakıcıyı Brütüs ya da Jozefin
sanarak ve harmaniye olarak kabul ettiği
çarşafına sarılarak yaşamını sürdürür.
Yine de isteği olmuştur; sadece tıp tarihine geçse bile ucundan kıyısından
tarihe bulaşmıştır; bir anlamda kendini de aşmıştır. Yüzündeki güleç ifade ise
zafer kazanan komutanların mütevazı gülümsemesidir.
Ne yazık ki bazen tam tersi olur; bu akıl hastaları herkesi kandırır; Hitler
olur; Mussolini olur; aklınıza ne gelirse o olur; o zaman da yaşadığı ülke
zıvanadan çıkar; tımarhane olur. BKZ…
Hastalığını doktorları anlar, hastabakıcıları anlar o anlamaz; barsaklarından rahatsızsın derler ama kafa dumurunu söylemeye
kimsenin ağzı varmaz.. Çünkü
tarihtir aslında insana oyun eden, kandıran en büyük madrabaz…
“Yemeyeceği varlığı öldüren tek canlıdır insan.
Sadece gözleri “deli gözbebekleri”dir. Bu
yıllar sonra Nazım’ ın dikkatini çekecektir.
Peki, bu tarih acaba sadece kendini anlattığı oranda mı doğrudur? Tarihe
paralel bir başka tarih yok mudur? Hemen yanıtlayalım; vardır. Bu tarih yeni
gibi görünen, geçmişi kısa sanılan reklamın tarihidir. Dünyanın en eski mesleği
hayat kadınlığı sanılsa da reklamcılık ona fark atar; reklamın hikayesi ateşin
bulunduğu ilk çağlara kadar sarkar.
Gelin sözü uzatmadan tarihin ilk reklam
örneklerine gidelim; ateş denen büyük icadın tanıtım reklamlarını irdeleyelim:
Mağrajans’dan ilk
ateş reklamı
--Dolaşma; tehlikelidir orman yolları
İşte sana ilk sürtüşte ateş çıkaran meşe
dalları!
Dinazor ajans hemen
rakip ürünün reklamını yayınlar:
En iyi tutuşan daldır çınar dalı
Sıcacık geçsin şu zalim buz çağı
Ne kadar masum değil mi insanlığın ilk
çağları. Ateşi sadece ısınmak için kullanıyorlar. Henüz silahtan haberleri bile
yok. Silah dedikleri uyduruk baltalar ise sadece dinazor avlıyor; insan insana
henüz saldırmıyor. İşte ilk balta reklamları:
Karnın aç; yaramıyor sopalar hiçbir halta
İşte avlanmak için süper güçte süper
balta!
Zamanla baltalar çeşitlendi. Ayrıca oklar
da devreye girdi. Ok sayesinde aç insanın karnı doydu, gözü açıldı. Başka
doyumların peşine düştü. O çağlardan kalan bir ok reklamı:
Hedefine odaklan; düşünme at okunu
Ama insana atma; çıkarma işin mokunu…
Hala masum insan. Ama çoğalıyorlar.
Eskiden bir dinazoru bir mağara halkı üç günde yerse şimdi çevre mağaralar da
aynı dinazorun peşinde. İnsanın diyesi gelmiyor mu? ‘İlk insan daha o günden
olsaydı keşke vegan…Kurtulsaydı milyarlarca masum hayvan”
Ama insan vegan olamıyor. Bütün hayvanları
yiyor; bilinç altı bir dürtüyle insanı da yemek için saldırıyor, neyse ki
sadece öldürüyor. Hayvanlar aleminin bilgesi baykuş der ki:
Ama tarih onu da yanılttı sonunda. Cani el
kaide insan ciğerini çıkarıp yedi. Sonra da (” nereden geldiği belli,
yollayanın kırılsın beli”) havaya ateş ederek kanlı ağzını kutsadı. Onu
canavarlığına ön ayak olanlar ise tarihin en karanlık sayfalarına gömüldü;
üzerlerine asit döküldü; insanlık belleğinden silinmesi için ilaç sanayinden müjdeler beklendi. kü insanlık belleği aslında biraz
kösele. Taklit Hitlerler her çağın her aşamasında metastaz yapabiliyor; yeni
bir evrimden başka bir çare de şimdilik görünmüyor.
Çağ atlamayalım; kaldığımız yerden devam
edelim:
Ok atmakta ustalaşan insan bu icadı bir
adım ileri götürdü. “Zehirli ok. “ Okun ucuna sürülen zehir anında öldürüyor,
avını beklemeden yakalayıp yiyorsun. Tabi ki o devrin büyücüleri etkili zehir
arayışına girdiler. Her bir büyücünün mağarası önünde bir başka afiş vardı
artık:
“Var mı eşi benzeri baldıranın
Galip gelir, karnı doyar baldıranla
saldıranın
Okunu zakkumlayan; avını hemen zıkkımlanır
Taklitlerinden sakınınız.
İnsanoğlu zehri bulunca rahat durmadı
artık. O baldıran var ya o baldıran; Sokrat’ı bile öptü dudağından.
Sokrates’e masum ölüyorsun dediler. O da
dedi ki “Suçlu ölseydim daha mı iyi olacaktı”
O devrin filozofları bile bir başkaydı.
Örneğin Sokrat hiçbir eserini yazmamış. Yanında gezen Platon sonradan onun
söylediklerini kaleme almış. Kitap çok satmış. Reklamı bile laf olsun diye
verilmiş. İşte Sokrat öğretilerinin ilk reklamı:
İster zengin ol, ister fakir; ister
proletarya ister aristokrat
Bak ne diyor Platon la konuşan bilge
Sokrat…
devamı var...